Ayna Ayna Söyle Bana
Ömrümüz boyunca en çok baktığımız ve gördüğümüz; ayna ile kendi görüntümüz olsa gerek. Bir dönem stüdyoların da estetik bir unsur olarak bolca kullandığı bu sihirli obje aynı zamanda sanatta ve halk kültüründe de en çok kullanılan simgelerden biri olur.
Sanat tarihinde aynaya farklı anlamlar yüklenmiştir. Ünlü Flaman ressam Jan Van Eyck’ın yaptığı Arnolfini’nin Evlenmesi adlı tabloda, duvarda asılı duran bir ayna hemen göze çarpar. Oradan belli belirsiz seçilen görüntüde davetliler ve ressam, bu önemli olayın görgü tanıkları olarak yansırlar. Ayrıca ressam aynanın hemen üstüne “Jan Eyck da buradaydı” diye yazarak bu resme adeta bir belge değeri katar.
Aslında en çok karşımıza ‘içe yapılmış bir yolculuk’ olarak çıkar. Diğer bir deyişle kendini bulma yolundaki hesaplaşmayı ifade eder. Çeşitli öğretilerde ise bundan daha öte bir anlam taşır. Hâkimiyet asasının, bilgelik anahtarının kendi içinde olduğunu belirten bu öğretiler, ilahi iradenin aynadaki insanın öz benliğinde yansıdığını söyler.
Ayna tasavvuf düşüncesinde de yer bulur. Mesnevi’de bu gizemli objeyle ilgili şu hikâye anlatılır; “Birisi Mutlak Cemal’in tecellisi Yusuf’a bir hediye getirmek istemiş, fakat düşünebildiği tek hediye ayna olmuş. Çünkü maşûk onda kendi güzelliğine hayran olabilecekmiş.”[1] Âşık ile maşuku aynı görüntüde birleştiren ayna; saf bir kalp ve ondan yansıyandan başkası değildir. Çünkü ancak tam anlamıyla kalpleri arınmış ve kemale ermiş olanlar tanrının cemalinin aracısı olabilirler.
Ayna eski masal ve destanların da simgesel ögelerindendir. İsmi Parlak Gök anlamına gelen Japon tanrıçası Amaterasu’nun kutsal objesi bir aynadır. Yunan tanrısı Zeus’un oğullarından biri olan Zagreus ise yer altı titanları tarafından bir asa, elma ve aynayla kandırılıp götürülür. Aynaya bakan Zagreus’un vücudu parçalara ayrılır. Yalnızca kalbi kurtulur ki Zeus bu kalbi Semele’ye yutturur. Daha sonra Zeus’tan hamile kalan Semele yedinci aya girdiğinde Zeus’tan kendisini gerçek biçiminde göstermesini ister. İsteği yerine getirildiğinde görebildiği sadece ilahi bir ateştir ki bedeni yanıp kavrulur. Ölmeden evvel karnındaki çocuk doğar. Adı Diyanizos’tur. Aslında o kalbini yuttuğu Zagreus’tan başkası değildir.
Büyük İskender’in aynası da eski efsanelerin renkli konularındandır. Bunlardan birine göre ülkede, zehirli bir yılan şeklindeki canavarı kim görse ölmektedir. İskender bu yılanı öldürmek için aynasını yüksek bir yere yerleştirir. Aynada kendi yansımasını görünce yok olup gideceğini hesap etmiştir. Böylece ülkesini kurtarmayı başarır.
Mitlerden de anlaşılacağı üzere aynanın tarihi oldukça eskidir. Sırlı camdan yapılmadan önce, çeşitli taş ve madenlerin cilalanan yüzeyleri ayna olarak kullanılır. Yaklaşık MÖ 3500 civarında Mezopotamya’da Sümerler bronzdan yaptıkları aynalara altın, fildişi ve tahtadan saplar takmışlardır.
Mısır mezarlarında da bronz aynaya bolca rastlanmıştır. Zamanla diğer madenler de ayna yapımında kullanılır. Özellikle Etruryalılar ve Romalılar, çıkardıkları veya getirdikleri her madeni parlatarak ayna yaparlar. Altın madeninden yapılanlar öyle moda olur ki hizmetçi ve kâhyalar, maaşlarının büyük bir kısmını ayna almak için tahsis ederler.[2]
Ayna, Orta Asya Türkleri tarafından da sıkça kullanılır ve közgü /közüngü olarak adlandırılır. Eski Osmanlı kitaplarında ise gözgü ya da gözüngü şeklinde görülür. Eski çağlardan beri Çinlilerin parlatılmış madenlerden ürettikleri aynalar Türkler arasında da yaygın bir şekilde kullanılır ve bunlara Çin-i közgü denir. Osmanlılarda pulad (çelik) ve pirinçten yapılmış aynalar da görülmektedir.[3]
Camdan yapılan aynalar için biraz daha beklemek gerekir. İlk olarak 1300’lerde Venedik’te cam üfleyicileri tarafından üretilir. Teknik bakımdan yeterli düzeyde olmayan ilk örnekler, bulanık ve deforme görüntüler yansıtsa da bu durum onu değersiz kılmaz. Zira bu yüzyılda bir zenginlik göstergesi olarak altın zincirlere takılmış aynalar, ona sahip olamayanların gıptayla baktıkları kıymetli mücevherler gibidir. Ancak Fransız ayna ustası Bernard Perrot’un 1687’de bulduğu yöntem sayesinde, camın pürüzsüz tabakalar şeklinde kesilmesi mümkün olur. Bu tarihten itibaren kaliteli büyük boy aynaların da yapımı başlar.
Aradan geçen onca yılın ardından aynalara yüklenen anlamların çoğu silinse de hala hayatımızdaki en vazgeçilmez objeler arasındadır. Yalnız kendimize çeki düzen vermek için değil, mekânları daha geniş gösteren etkisiyle yaygın kullanılan dekoratif unsurlar olarak da varlıklarını sürdürmektedirler.
[1] Tanrı’nın Yeryüzündeki İşaretleri, Annemarie Schimmel, Kabalcı, İstanbul, s.59
[2] Şeylerin Tarihi, Özcan Sapan, Chiviyazıları, İstanbul, s. 192
[3] Türk Kültür Tarihine Giriş, Bahaeddin Ögel, Kültür Bakanlığı, Ankara, s.325

Gülderen Bölük

Son Yazıları Gülderen Bölük (Tüm Yazıları)
- Turgay Tuna ve Son Kitabı ‘Mezarlar ve Mumyalar’ Üzerine… - 01 Temmuz 2017
- Fotoğraf Tarihinin ‘Ölümsüz Yöntemi’ Ambrotipler - 04 Mayıs 2017
- Fotoğraf ve Resmin Etkileşimi - 04 Mart 2017