Bir Zamanlar Fotoğrafhaneler
1800’lerin ortalarına doğru ortaya çıkan ve oldukça itibarlı bir meslek olan fotoğrafçılığı o zamanlarda, ancak belli bir kültürel alt yapıya sahip, varlıklı kişiler icra etmektedir. Fotoğrafçılar sadece usta bir zanaatkâr ya da teknisyen değil, çoğunluğu ressam ya da resim bilgisi olan sanatçılardır. Stüdyolar ise açıldığı ilk dönemlerden başlayarak uzun yıllar, son derece modern donanımlı ve lüks müesseseler olmuşlardır. Mobilya, dekor, aksesuar ve teknik donanımları tamamen yurt dışından temin edilen bu stüdyolarda çalışan insan sayısı ise, o dönemlerde 20’leri bulur.
Fotoğrafın 1839 yılında, Fransa’da sahneye çıkmasından çok kısa bir süre sonra bu yeni icadı kendine meslek edinenler, gördükleri her yerin ve her şeyin fotoğrafını çekmeye başlarlar. Bir kısmı ise yollara düşerek başka ülkelerin doğal güzelliklerini, mimari ve tarihi eserlerini ve günlük yaşantısını kaydeder. Bu arada peş peşe stüdyolar açılmaya başlar. Osmanlı İmparatorluğu’nda ise ilk stüdyo 1842 yılında görülür. 17 Temmuz 1942 yılındaki Ceride-i Havadis gazetesinde çıkan haber fotoğrafın mucidi Louis-Jacques-Mandé Daguerre’in öğrencisi olan Mösyö Kompa’nın İstanbul’da açtığı stüdyosundan söz eder. Ardından başkaları da gelir.
Osmanlı tebaasından açılan ilk stüdyo ise, Rum kökenli Vasilaki Kargopulo’ya aittir. Sanatçı 1850 yılında Beyoğlu’nda bir stüdyo açarak oldukça başarılı işlere imza atar ve 1879 yılında Saray Fotoğrafçılığına kadar yükselir. Kargopulo’nun ardından pek çok gayrimüslim vatandaşımız birbiri ardına stüdyolarını açarlar. Bunlar arasında en önce akla gelen isimlerden, Pascal Sebah 1857 yılında, Viçen Abdullah ve kardeşleri (Abdullah Biraderler) 1858 yılında, Vuccino ile ortak bir stüdyo açan Constantin Joseph Fettel 1860’ların sonunda, Rober Karakaşyan 1870’lerde, Nicolas Andriomenos 1879’da, Bogos Tarkulyan ve Gülmez Biraderler 1880’lerin sonunda, Aşil Samancı 1900’lerin başında Beyoğlu’nda faaliyet gösteren önemli isimlerdendir.
Bugünkü topraklarımızda ilk Müslüman stüdyo ise, keşfinden 70 yıl sonra açılır. Rahmizade Bahattin Bediz’in 1910 yılında Cağaloğlu Yokuşu’nda açtığı, Resne adlı bu stüdyo, fotoğraf tarihimiz için bir kilometre taşıdır. Ardından, Cumhuriyet’in ilanına kadar sırasıyla Ferit İbrahim, Turan Fotoğrafhanesi, Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi, Yeraltı Fotoğrafhanesi gibi isimler gelir.
Genel yapısıyla ilgili bilgi sahibi olduğumuz stüdyolar daha çok, 20. yüzyılın başı ve sonrasındakiler. Daha sınırlı bilgiye sahip olduğumuz evvelkilerin, çok daha lüks olduğuna şüphe yok. Sadece günümüze kadar gelen fotoğrafların incelenmesi dahi, bize dekor ve aksesuarlar arasındaki farkı göstermesi açısından yeterli. Pek çok ağır mobilyanın kullanıldığı ilk stüdyolar, teknik ve sosyal gelişmelerin sonucunda fotoğraf akışının hızlanmasıyla, bu ağır mobilyaları bir kenara bırakıp, değişimi kolaylaştıran, hareket kabiliyeti veren hafif mobilyalara yönelmişlerdir. Gerçek piyanoların yerini, fon perdelerine çizilmiş piyano resimleri alır. Tabii ilk stüdyolardan kalan bu fotoğraflar bize, sadece çekimler için hazırlanan sahneleri ve kullanılan eşyaları anlatmaktadır. 1800’lerin sonuna geldiğimizde ise, stüdyoların genel yapısına dair elde ettiğimiz bilgiler de artmaktadır.
Resne Fotoğrafhanesinde, Bahattin Bediz’in yanında çalışmış olan Rıza Bey’in anıları bu stüdyo hakkında önemli detaylar verir.
“Kurduğu atölye bugün bile parmakla gösterilecek kadar teşkilatlı, geniş, üç katlı bir binaydı. Birinci katta karanlık odalar, ikinci katta atölye, müdüriyet, bekleme salonu ve çalışılacak yerler, üçüncü katta ise resimlerin karton üzerine yapıştırılması için büyük teşkilatlı odalar vardı. (…) O zamanlar atölyeler binaların en üst katında veya bahçede bugünkü seralar şeklinde yapılır ve siyah, açık renk perdelerle donanırdı.”
Rıza Bey katlarda bulunan oda ve atölyeler hakkında da detaylı bilgiler verir. Birinci katta bulunan üç karanlık odadan tekinde kartların basılır, diğerlerinde ise filmlerin yıkanır. İkinci kattaki bekleme salonlarından küçük olanı Bahattin Bey’in muhabbet edeceği, oturacağı değerli kişiler içindir. Bunlar arasında Sadrazam Tevfik Paşa, Ziya Gökalp, Abdülhak Hamit, Enver Paşa gibi isimleri sayabiliriz. Büyük salon ise çabuk gelip giden sıradan müşteriler içindir. Fotoğraflar ise yazıhane kısmında teslim edilir.
Bahattin Bediz’in öğrencilerinden olan Mustafa Neş’et Bey ve Behçet Bey’in Beyazıt Balmumcu Hanı’nda açtıkları Foto Turan adlı stüdyonun 78 basamakla çıkılan üst katı da diğerleri gibi camlarla kaplıdır. Çekim için gerekli olan günışığı yine perdelerle yönlendirilir. Foto Turan 1932 yılında Çarşıkapı’ya taşındıklarında da iki katlı bir yer tutulur. Üst kat yine camekânla kaplıdır. Tavan yüksekliğinin altı metreyi bulduğu bu stüdyonun alt katında ise maroken koltuklarla döşenmiş son derece şık bir bekleme salonu ve vezne bulunur. Mustafa Neş’et Beyin oğlu Ayhan Üstündağ da o zamanlar fotoğrafın ne kadar saygın bir iş olduğundan bahseder. Mekânın güzelliği, eşyaların önemi kadar, çalışanlarında giyimlerinde son derece titiz olduklarını, kimsenin kravatsız çalışmadığını belirtir. Burada Ermeni, Müslüman, Beyaz Rus olmak üzere on beş kişi çalışırlar.
Vafiyadis Fotoğrafhanesi ise 1897 yılında Servet-i Fünun Dergisine verdikleri ilanda müşterilerinden gördüğü rağbet ve hüsn-ü teveccüh ( sevgi ve takdir) sayesinde stüdyolarını Avrupa’dan getirttikleri yeni icat ve son sistem alet ve edevatla düzenlediklerini bildirirler.
Görüldüğü gibi stüdyolar açıldıkları dönem de göz önüne alınınca, çok küçük işletmeler olmadığı söylenebilir. Ancak yine de daha mütevazı stüdyolar olduğu da bir gerçektir. Aynı zamanda önemli bir mimarımız olan Arif Hikmet Koyunoğlu’nun açtığı Yeraltı Fotoğrafhanesi ile Naciye Suman’ın açtığı Türk Hanımlar Fotoğrafhanesi’ni örnek verebiliriz. Koyunoğlu stüdyosunda bazen cam negatif alacak parası olmadığında müşteriyi kaçırmamak için makineye boş şasi takarak çekim yapar ve akşamüstü tekrar gelmesini, eğer fotoğraf güzel çıkmamışsa yeniden çekeceğini belirtir. Bu ilgiden hoşlanan müşteri akşam tekrar gelir. Gerçek fotoğraf da o zaman çekilir. Naciye Hanım da aynı durumda kaldığında çekim yapmış gibi müşteriden ücretini alır. O zamanlar küçük bir çocuk olan kızı Nedret Ekşigil’e parayı vererek malzemecilere gönderir. Nedret Hanım Sokak aralarından malzemeciye koşarken, Naciye Hanım da stüdyoda müşteriyi oyalar. Naciye Hanımın yanında iki kişi çalışır. Birisi bir paşa kızı olan çocukluk arkadaşı ki müşterileri o karşılayıp ilgilenir. Diğeri de temizlik işleriyle ilgilenen bir kişidir. Yaralarından ötürü Kurtuluş Savaşı’na katılamayan subay eşi İsmail Hakkı Bey’de bu dönemde karanlık odaya girerek Naciye Hanım’a yardım eder. Tabii orada olduğu kadın müşterilerden özellikle gizlenir. Nedret Hanım, annesiyle ilgili anılarını anlatırken stüdyonun ilk açıldığı gün on kişinin geldiğini belirttikten sonra “Refah içinde yaşayacağımız günlerin ilkiydi” diye belirtir. Diğerlerine göre mütevazı sayılan bu stüdyonun kalabalık bir aileye refah bir hayat yaşatması dikkate değerdir.
Kaynak;
* Orhan Koloğlu, Basınımızda Resim ve Fotoğrafın Başlaması, Engin Yayınlar, İstanbul,1992
*Bahattin Öztuncay, Vasilaki Kargopulo, İstanbul, 2000
* Seyit Ali Ak, Girit’ten İstanbul’a Bahattin Rahmi Bediz, İstanbul, İletişim Yayınları, 2004
* Gülderen Bölük, Foto Turan, Fotoğraf Dergisi, Sayı: 52
* Gülderen Bölük, Foto Bellek, Fotoğraf Dergisi, Sayı: 92

Gülderen Bölük

Son Yazıları Gülderen Bölük (Tüm Yazıları)
- Turgay Tuna ve Son Kitabı ‘Mezarlar ve Mumyalar’ Üzerine… - 01 Temmuz 2017
- Fotoğraf Tarihinin ‘Ölümsüz Yöntemi’ Ambrotipler - 04 Mayıs 2017
- Fotoğraf ve Resmin Etkileşimi - 04 Mart 2017