20. yüzyılın en önemli mimarlarından biri ve uluslararası modernizmin baş aktörü olan Alvar Aalto, Viipuri Kütüphanesi ve Paimio Sanatoryumu gibi birçok başyapıtında, Fin romatizmine özgü doğa anlayışını modernist ideallerle yeniden biçimlendirdi; ilham verici mobilyalar ve cam objeler tasarladı. En büyük katkısı Bauhaus’un ve uluslararası diğer uslupların katı mimarlık öğelerini insanileştirmiş olmasıdır.
“Tekne Päijänne ya da Keitele gölünün sularında süzülür, zarif kıvrımlı kıyıları olan derin koylara yanaşırken, en büyük eğlencem hayalimde, bu peyzajın içinde kalan yapılara küçük eklemeler yapmaktı. Anında, şaşırtıcı biçimde dönüşüyordu her şey; çatıları hafifçe kaldırır-orta Finlandiya’da çatıların mümkün olduğunca düz olması gerekir- köyün renklerine güzel bir ayar verir; oraya buraya ağaçlar dikerdim. Bazen evlerin arasında kalan kilisenin ön plana çıkması gerekirdi; ben de genellikle sütunlarla çevrili küçük bir pazar alanıyla yapardım bunu ya da çan kulesini uzatırdım.”
Alvar Aalto, Sisä-Suomi, 26 Haziran 1925.
Yapı ve peyzaj arasındaki güçlü ilişki, genç bir mimar olduğu dönemde de Alvar Aalto’nun işlerinde ve yazılarında kendini gösterir. Aalto, mimarlıkla ilgili metinlerinde doğaya ve bahçelere de değinir; mimarı bu metinlerde arazinin “verimini” artıran ve gereksiz sürgünleri budayan bir bahçıvan olarak tanımlar. Alvar Aalto Müzesi’nde düzenlenen bir sergi, Jyväskylä Üniversitesi Kampüsü, Seinäjoki Kent Merkezi, Vuoksenniska Kilisesi, Essen Opera Binası ve Finlandiya Kongre Salonu’nun çizimleri eşliğinde, onun bu konuya olan yaklaşımını gözler önüne seriyordu. Alvar Aalto Müzesi’nin çizim ve fotoğraf arşivine dayanan Shifting Contour sergisi, geleceğin araştırmacılarına da bu çerçevede yepyeni bir pencere açıyordu.
Aalto, arazinin topoğrafyasına göre yapılarını biçimlendirir; onun mimarisinde, iç ve dış mekanlar sıklıkla birbirine gölgelikler, pergolalar ve asmalı çardaklarla bağlanır. Dış mekandan iç mekana geçiş aralıklarla olur. Bina ve doğa arasındaki ilişki, içeriden çevredeki peyzaja ve bahçeye açılan manzaralarla da sağlanır. Binanın yönü, Aalto’nun konut mimarisinde çok önemli olduğu gibi, kamu binalarının tasarımında da incelikle ele alınır. Doğal ışığı iç mekanlara taşımak, özellikle Kuzey’in karanlık kış aylarında daha çok önem kazanıyordu. Onun tasarladığı binalarda, heykelsi iç ve dış duvarların dolambaçlı görünümleri de doğayla psikolojik bir bağlantı kurar. Essen Opera Binası’nın fuayesinde ve Finlandiya Kongre Salonu’nun oditoryumunda olduğu gibi…
Hugo Alvar Henrik Aalto, 1898 yılında Finlandiya’nın Kuortane kasabasında doğdu. İsveçli mimar Arvid Bjerke’nin asistanlığını yaptıktan sonra, 1921 yılında Helsinki Teknoloji Üniversitesi’nden mezun oldu. 1924 yılında Jyväskylä’da, Alvar Aalto Office for Architecture and Monumental Art / Alvar Aalto Mimarlık ve Anıtsal Sanatlar Ofisi kurdu. Üstelik zamanlaması da kusursuzdu. 1920’lerin ortalarında henüz birkaç yıldır bağımsızlığını kazanmış bir ülke olan Finlandiya, yeni kimliğini tanımlarken mimarlığa da sınırsız yatırım yapıyordu. Aalto, Jyväskylä’da Finlandiya’nın kültürel rönesansında uzun süre etkin rol oynayacak genç sanatçı ve entelektüellerden biriydi. Onların arasına 1924’te evleneceği Aino Marsio da katılmıştır. Aalto, tutkuyla birçok mimarlık komisyonuna projeleriyle katılır ve çoğunu da kazanır.
“Mimari süsleme değildir; son derece biyolojiktir, ondan da öte çoğu zaman ahlaki bir meseledir.”
Schöner Wohnen, Münih’teki bir konferansından, Kasım 15, 1957
İlk binaları, Jyväskylä’daki işçi konutları ve öğrenci kulüpleridir ama 1927’de Aalto eski başkent Turku’da Southwestern Finland Agricultural Cooperative Building işini de alır. Hem Helsinki’den daha özgür hem de Avrupa’ya yayılan arkadaş kitlesine daha yakın olan Turku, Alvar ve Aino’nun hep yaşadıkları yer olur. Evlerini Almanya’dan getirdikleri Marcel Breuer sandalyeleriyle ve fokstrot çalışmak için edindikleri gramofonla dekore ederler. O dönemde Finlandiya medyasının da gözdesi olan Aalto kimi röportajlarında kendini kozmopolit bir entelektüel olarak tanımlar. “Uçmak, modern insanın tek uygar seyahat biçimi” sözlerinden de anlaşıldığı gibi.
“Mimarlığın asıl programı nedir? İnsan hayatından temellenmelidir. İnsan mimari içinde hareket eder ve yaşar, gündelik işlerini onun içinde yapar. Mimarinin temelinin bir bakıma biyodinamik bir süreç içinde gizli olduğunu da söyleyebilirsiniz. Bir kabuk gibi mimari. Ama iç mekanları olan ve her şeyin onunla birlikte geliştiği bir kabuk. Bu teşbih, bir form yarattıktan sonra biyodinamiklerini çözmenin pek insanı olmadığını açıkça gösteriyor.”
“Mimarlık, resim ve heykel arasındaki ilişki”, Aalto ve Karl Fleig’in söyleşisinden, Synopsis, 1970
Jyväskylä’da geleneksel Fin çizgileriyle haşır neşir olan Aalto, Turun Sanomat Gazete Binası (1927-28), Viipuri Kütüphanesi (1927-35 ) ve Paimio Sanatoryumu (1928-33) gibi Turku binalarında, Avrupa gezileri sırasında hayran olduğu International Style (Uluslararası Stil) akımını da harmanlar. Diğer genç mimarların yaptığı gibi bu stili aynen kopyalamaktansa, onu yeniden tanımlar. Bu stilin ölçeği, ışığı kullanma ustalığı ve ayrıksı paleti Aalto’nun binalarında güçlü bir hümanizm ile biçimlenir. Paimio Sanatoryum’unu tasarlarken örneğin, projeye hastanın perspektifinden bakar; dingin ama neşeli bir ortam tasarlar. Hiçbir detayı gözden kaçırmaz; merdivenlerin kanarya sarısı renginden ısıtma sistemine, hastaları rahatsız etmemek için suyun sessizce aktığı özel musluk tasarımına kadar… Aalto, Paimio sandalye (1931-1932) dahil sanatoryumun tüm mobilyalarını tasarlar. Evindeki Marcel Breuer çelik boru sandalyelerden de esin alan Paimio sandalye, tüberküloz hastaların nefes almasını kolaylaştıran bir tasarımdır. Şekillendirilmiş ahşap ve kontrplağın birleşiminden yapılan sandalyenin metalden daha sıcak ve konforlu olduğunu düşünüyordu. Paimio Sanatoryumu 1933 yılında tamamlandığında, söz sahibi bir eleştirmen olan Siegfried Giedion, bu yapıyı Walter Gropius’un Bauhaus Dessau ve Le Corbusier’nin League of Nations projeleriyle birlikte modernist bir başyapıt olarak tanımlar. Aalto o zaman sadece 35 yaşındadır.
Geniş çevresine rağmen- Constantin Brancusi ve Fernand Léger gibi birçok sanatçının yanı sıra, Gropius, Breuer, László Moholy-Nagy ve Sven Markelius gibi birçok mimar arkadaşlarıydı – Aalto Finlandiya’da kendini marjinal hissediyordu. Aino ile birlikte 1935 yılında Helsinki’ye taşınır ve Munkkkiniemi yakınlarında yeni bir ev ile stüdyo inşa eder. Paimio Sanatoryumu ve Viipuri Kütüphanesi için tasarladığı ahşap sandalye ve tabureleri üreteceği Artek mobilya firmasını da kurmuştur. Aalto, 1937 yılında Savoy restoranı tasarlaması isteninceye dek kent merkezinin hiçbir mimarlık işini alamaz. Savoy restoran için tasarladığı – genç bir Eskimo kızının deri pantolonuna benzettiği- Savoy vazo, bugün bile en çok satan ürünler arasındadır. Bu dönemde Alvar Aalto, sanayici ve sanat koleksiyoncusu Harry Gullichesen ve Maire için Villa Mairea evini tasarlar. Hem modern hem de Fin tarzı bir ev tasarlaması istenmiştir mimardan. Aalto, ince kütüklerin zarif kompozisyonu, çelik taşıyıcılar, beton putreller ve çimen çatılarla incelikli bir yapı tasarlar. Böbrek biçimli havuzu ve saunasıyla Hollwood’a gönderme yapar; rattan ya da huş ağacı kaplı siyah çelik kolonlarıyla evin iç mekanı, Finlandiya ormanlarının dokusuna, ışığına ve gölgelerine adeta bir saygı duruşu gibidir.
“Son yirmi yıldır, mimarlık sıklıkla bilimle karşılaştırılıyor, metotlarının daha bilimsel olmasına çalışılıyor, hatta saf bilim olması için çaba gösteriliyor. Ama mimarlık bilim değildir. O hala binlerce kesinleşmiş insan faaliyetini bir araya getiren büyük, yapay bir süreçtir. Amacı maddesel dünyayı insan yaşamına uyumlu bir hale getirmektir.”
Mimarlığın Uygarlaştırılması, The Technological Review, Kasım, 1940
Finlandiya’nın bu usta mimarı, Amerika’da birçok mimarlık ödülü alır 1946-49 Baker House Senior Dormitory at the Massachusets Institute of Technology dahil. Dünya çapında bir mimar olarak kabul edilen Aalto, Royal Institute of British Architects (RIBA) ve American Institute of Architecture (AIA) altın madalyaları dahil birçok ödül kazanır– Almanya, Fransa, Danimarka ve İran’da da ödüller alır. Aalto 1976’da Helsinki’deki ölümüne değin, birçok başarılı savaş sonrası projelerine rağmen, hep savaş öncesi ürettiği ve büyüleyici bir kalite yakaladığı ilk Fin başyapıtlarıyla hatırlanır.

Benan Kapucu

Son Yazıları Benan Kapucu (Tüm Yazıları)
- Bir Cam Klasiği: Orrefors - 01 Eylül 2015
- Bereketin Öteki Adı Pirinç - 04 Ağustos 2015
- Düşlerin Tasarımcısı Piero Fornasetti - 11 Temmuz 2015