Osmanlı Dönemi Masalları
Yakın zamana kadar dinlediğimiz masallarda mutlu son, genellikle 40 gün 40 gece süren düğünlerle kutlanırdı. Bunları bir masal abartısı sanmak hata olur. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu boyunca, günler, haftalar boyu süren düğünler tarih belgelerinde kayıtlı durmaktadır. Öyle ki bunları okudukça masalların bu kutlamaları aktarmada ne kadar zayıf kaldığını hemen fark edebiliriz.
Sûrname adını verdiğimiz bu belgeler; saray ve çevresindeki kişilerin evlenme, sünnet, doğum gibi önemli günlerini, günü gününe detaylarıyla kayıt altına alır. Zaten sûr kelimesi de ‘düğün, ziyafet, şenlik’ anlamlarına gelmektedir ve sûrnameler bu önemli olayları anlatmak için yazılırlar. Bir de divanların içerisinde bulunup yine bu önemli olaylardan detaylar aktaran ‘Sûrriye Kasideleri’ vardır ki onlar da bu şenliklerin şaşaasını ortaya koyar. Bu belgeler sayesinde 1298 yılından imparatorluğun çöküşüne kadar olan döneme dair bilgiler korunup günümüze ulaşmıştır.
Osmanlı döneminde şenlikler, toplumun her kesiminden insanı bir araya getirmesi bakımından önemliydi. Halktan kişiler bir görevle bu etkinliklerde yer almıyorsa izleyici olarak katılırdı ki bu da sarayla halkın kaynaşmasına katkıda bulunurdu. Yine de bu şenliklerin en büyük amaçlarından biri, iç ve dış dünyaya imparatorluğun gücünü, padişahın ihtişamını sergilemekti. Aynı zamanda bu kutlamalar, doğal felaketlerin akabinde yaşanan acıları hafifletmek için; ya da siyasi, askeri bir başarısızlığın ardından gündemi değiştirmek için de vesile kabul edilirdi. Yine de bu şenliklerin en önemli yanı, en üst kademelerdeki devlet görevlileri ile halkı; yoksul ile zengini; her dinden kesimi, esnafı tüccarı bir araya getirip kaynaştırmasıydı. Belki de imparatorluğun bu kadar geniş bir coğrafyada bu kadar farklı toplulukları yüzlerce yıl bir arada tutabilmesindeki başarı bu bakış açısındadır.
Şenliklere davet edilen binlerce kişi ve günlerce sürecek etkinliklerin organizasyonu asla tesadüflere bırakılmaz aylarca önceden hazırlıklar başlardı. Elçiler, devletin ileri gelenleri ve diğer tüm davetlilerin gelişi, karşılanması, yerleştirilmesi, onlara verilecek ziyafetler, hiyerarşik bir düzende padişah tarafından kabul edilmeleri gibi her detay önceden ince ince hesaplanırdı.
Şenliklerin en önemli konularından biri de verilecek ziyafetlerdi. Bunun için mekânın düzenlenmesi, davetlilerin belirlenen güne ve hiyerarşik bir sıraya göre oturtulması; ziyafet yemekleri, tatlılar, şerbetler, kahveler… Her şey önceden temin edilip tespit edilirdi. Sözünü ettiğimiz ziyafetlerin büyüklüğü; her gün için binlerce kâse yemek demekti. Hayal etmeniz için 1720 yılında 3. Ahmet’in çocukları için yapılan sünnet şöleninden örnek verecek olursak; burada kullanılmak üzere on bin tahta sini, 1000 ördek, 8000 tavuk, 2000 hindi, 3000 horoz, 2000 güvercin; şeker dağıtımı için 100 tepsi, şerbet için 10 000 kâse sipariş edilmiştir. 3. Mehmet’in sünnet düğünün de ise ziyafetleri de kapsayacak tüm hazırlıklar için, düğün nazırına 50 yük akçe verilmiştir. Yani 71.428 altın ederinde bir meblağ.
Şenliklerin en önemli unsurlarından biri de esnaf alaylarıdır. Halkın da büyük ilgisini çeken ve izdihamla izlemeye çalıştıkları esnaf alayları aynı zamanda o günlerin vazgeçilmez bir eğlence kaynağıdır. Her esnaf loncası padişahın huzuruna gelene kadar bir geçit düzenleyerek, meslekleriyle ilgili sahneler sunarlar ve sonunda belirlenen ölçü ve şekle uygun ürünlerini padişaha takdim ederler. Tabii bu geçiş törenleri sırasında aralarında bir rekabetin doğduğunu da belirtmeliyiz. Bu bakımdan her sınıf kendi alayının daha mükemmel ve ilgi uyandırıcı, hatta şaşırtıcı bir şekilde geçmesi için elinden gelen gayreti gösterir. Her esnaf sınıfı, kendilerine ayrılan günde, en temiz kıyafetleriyle; önde kendi sancaklarını taşımak suretiyle gösterilerini yaparlar ve ürünlerinin özellikle Padişahın tarafından beğenilmesini umarlar. Çünkü bunun karşılığı çil çil altındır.
Osmanlı Dönemi şenliklerinde bugünkü sirklerde yapılan hemen her türlü gösteriye de rastlıyoruz. Tehlikeli gösteriler yapan cambazlar, canlarını ortaya koyarak yaptıkları şeylerle halk tarafından da büyük ilgi görürler. Beden direnci ve gücünü ortaya koyanlaraysa zorbâz denir. Bunlar vücutlarına şiş, kılıç gibi sivri şeyler batırmak; göğüsleriyle taş, dişleriyle nal kırmak; başının üzerindeki sırıkta insan taşımak gibi tehlikeli gösteriler yapardı.
Bugünün sihirbazları olan hokkabaz ise el çabukluğu ve göz bağcılığıyla, ortaya konan eşyaları kaybeder, boş tastan su döker, kıyafetinin içinden sepetler dolusu sahan çıkarırdı. Saçlı sakalı bir hokkabazın el ve ayakları bağlı olarak bir çuvala konulduğu ve çuvalın da ağzı bağlanarak suya bırakıldığı; bir müddet sonra adamın tıraş olmuş bir şekilde sudan çıktığı da aktarılan bilgiler arasında.
Eski şenliklerden aktarabildiğimiz küçük bölümün dışında; seyirlik oyunlardan, müzik alanındaki etkinliklerden, havai fişek gösterilerinden, çanak ve altın yağmalarından hiç söz edemedik bile. Her birini, ayrı ayrı yazıların konusu olarak önümüzdeki haftalara bırakıyor, masal tadında günler geçirmenizi diliyorum.
Kaynakça:
Metin And, Osmanlı Şenliklerinde Türk Sanatları, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları
Mehmet Arslan, Türk Edebiyatında Manzu Sûrnameler, Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları
Özdemir Nutku, IV. Mehmet’in Edirne Şenliği, Türk Tarih Kurumu

Gülderen Bölük

Son Yazıları Gülderen Bölük (Tüm Yazıları)
- Turgay Tuna ve Son Kitabı ‘Mezarlar ve Mumyalar’ Üzerine… - 01 Temmuz 2017
- Fotoğraf Tarihinin ‘Ölümsüz Yöntemi’ Ambrotipler - 04 Mayıs 2017
- Fotoğraf ve Resmin Etkileşimi - 04 Mart 2017