Uzun Saçlı Kadınlar
Kısa saç, şimdilerde bize modernliğin bir göstergesi gibi gelse de, batılılaşma hareketlerine kadar saçların bele, mümkünse topuklara kadar uzatılması makbuldü ve bir kadını güzel kılan en önemli unsurlardan biri olarak kabul edilmekteydi.
Tanzimat’la birlikte, Osmanlı toplumunda pek çok şey değişir. İnsanların siyasi düşünceleri, zevkleri, eğlence anlayışı, hayat görüşü zamanla Avrupa’daki örnekler yönünde evrilmeye başlar. Yine bu dönemde yayımlanmaya başlayan gazeteler, batıya açılan bir pencere olur. İnsanlar burada yer alan resim ve fotoğraflardaki Avrupai tiplere benzemeye çalışır. Eğitim anlayışında başlayan değişiklikler, kurumsal eğitimin yaygınlaşması, üst tabaka çocuklarının yabancı mürebbiyelerle yetişmesi, kadının artık kamusal alanda yer alması, hatta hatta iş hayatında da görülmeye başlaması bu değişim rüzgârlarının kaçınılmaz sonucudur.
Elbette ki bunca alanda yaşanan değişim, birçok şeye yüklediğimiz anlamı da değiştirecektir. Eskiden gücün, statünün ve güzelliğin simgesi olan saçlar artık ne o kadar uzatılmakta; ne inci, pırlanta takılmakta; ne de boncuk ve deniz kabuklarıyla süslenmektedir. Tüm bunlar günümüzde pratik olarak da kabul edilemez. Şimdilerde kadınlık anlayışımız bile eskisinden farklı. Değişmeyen tek şey, güzellik; güzellik atfedilen şeyler değişse bile.
Peki, insanda hoş duygular uyandıran, kendine hayran bırakan, cezbedici güzellik, aslında tam olarak nedir? Ya da güzellik ölçülüp biçilen bir şey midir ki? Bu soruya ilk cevap arayanlar Yunanlı filozoflar olur. Daha sonra da birçok estetik bilimci, sanatçı ve filozof güzelliğin tanımını arar. Sonuçta birbirlerine yakın ve birbirinden farklı birçok kuram üretilir. Güzellik kimilerince, maddeci temellere oturan; uyum, oran, çoklukların birliği gibi fiziksel-matematiksel düzlemde yer alır, kimilerince de nesnelle öznelin, gerçekle idealin birliğinde bulunur.
Elbette güzelliği sadece matematikle açıklamak yetersiz olacaktır. Bir şeyi güzel ve değerli bulmamızda öznel, toplumsal ve psikolojik etkiler de vardır. Eğer güzellik sadece nesnede var olsaydı, dün güzel olan, bugün de yarın da güzel olarak kalırdı. Oysa zamanın ve toplumsal algıların belirleyici etkisi göz ardı edilemez. Bu konuda kuram üretmeyi estetik bilimcilere bırakarak, daha dar bir alanı, kadın güzelliğinde saçın yerini incelediğimizde, bizde bu konuya verilen önemin çok eskilere dayandığını görürüz.
Minyatür, kitabe, destan, fresk, heykel ve çeşitli objeler incelendiğinde, Eski Türklerde saçın ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Tanınmış sinolog Otto Franke’ye göre Türklere mahsus olan saç örgüsü, Kuman kadınlarında kumaş parçaları ve özel fularlarla birlikte örülür. Uygur kadınları ise, çok sayıda ördükleri saçlarını iğne ve çiçeklerle süsler, saçlarından sarkan fularlara midye kabuğu ve gümüş düğmeler bağlarlar. Hep tek sayı olarak örülen saçlar, ancak evlendikten sonra ikiye inerek çift olur. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ül Lügat-it Türk adlı eserinde ise kutsal olan ve kesilmeyen saçlardan söz edilir. Nadir olarak saç kesme âdeti; Muş’ta, Kars’ta, Mersin Yörüklerinde ve Göktürklerde matem dolayısıyla görülür.
1717 yılında ülkemize gelen ve iki yıl kalan Lady Mary Montagu, dostlarına yazdığı mektuplarda Osmanlı toplum hayatına dair pek çok bilgi verir. Bunlardan birinde kadınlarımızın güzelliğinden, saçlarına ve kalpaklarına taktıkları çiçeklerden detaylı bir şekilde bahsettikten sonra
“Saçlar olduğu gibi arkaya dökülüyor, İnciler ve fiyonklarla süslenmiş örgüler yapılıyor. Bu derece gür ve güzel saçlı kadınlara hiçbir yerde rastlamadım. Hiçbir takma saç kullanmadan 110 adet örgü saydım bir tanesinde.”
diye belirtir. Bir başka mektubunda ise kethüdanın karısı Fatma’nın saçlarını ve güzelliğini arkadaşına şöyle aktarır.
“Hanım (Fatma) o kadar güzeldi ki onun kadar güzelini ne İngiltere’de ne Almanya’da görmedim. Yüzü kadar seyretmeye doyulamayacak bir yüz gördüğümü hatırlamıyorum. (…) Topuklarına kadar inen siyah saçlarını örgülerle ayırmış, başının bir yanına ustalıkla elmas iğneler takmıştı. Bunları anlatırken mübalağa ettiğimi zannedersiniz. Fakat inanın hiç mübalağam yok.”
Lady Montagu’nün söylediğine yakın şeyleri bize eski fotoğraflar da söyler. Yaklaşık İki yüzyıllık geçmişe sahip fotoğrafın belgelediği kadınları incelendiğimizde, son dönemlere kadar, uzun saçların azalarak da olsa önemini koruduğu görülür. Güzelliklerindeki yerini ve etkisini biliyor gibi, dikkatleri saçlarına çekerek, dalgın bakışlarla poz veren bu kadınlar, sanki Divan Edebiyatında betimlenen, saçlarını açıp salıveren, güzel sevgilinin tasviri gibidirler. Hele onlara bir de âşığın gözleriyle bakarsak, güzellikleri bir başka anlam kazanır. İşte bu güzelliklere duyulan sevda, nice şairin hayal dünyalarında enginlere açılarak teşbih sanatının en güzel örneklerini verir, nice ölümsüz gazelin konusu olur. En çokta saçlardan söz edilir ve ne çok şeye benzetilir…
Rüzgâr, sevgilinin saçlarını dağıtınca aşığın gönlünde kargaşaya ve fitneye sebep olur. O yüzden saçlar fettan olarak betimlenir. Sevgilinin yüzü öyle değerli bir hazinedir ki, saçın her bir teli, bu hazineyi koruyan binlerce yılana dönüşür. Al yanağın ateşine düşenler ise, acıyla kıvranıp, dolanan yılanlara benzetilerek, buradaki dalgalı zülüflere gönderme yapılır. Bazen de renginden ve kuyruğunun kıvrımından dolayı akrep olur, aşığı zehirler. Panzehir ise yine sevgilide, inci saçan dudağındaki gülüştedir. Gül yüzlü sevgilinin yüzüne düşen dalgalı saçları o kadar güzeldir ki, gül kendi güzelliğinden utanır, bu utanç ateşiyle yanıp kül olur. Bu güzellikleri sakladığı için de saçlar, kâh buluta benzetilir, kâh dumana. Yârin yüzü güneş gibi parladığında ise, saçlarının gölgesi serinlemek için en güzel yerdir.
Divan şiirinde, binlerce âşık kalbinin yârin saçlarına asılıp orda yaşadığı tahayyül edilir. Sevgili, saçlarını tarayınca, orada toplanan gönüllerin hepsi yere saçılıp dağılır. Böyle bir durumda bile, tek bir tanesinin gerdana düşmesi ihtimali hayal edilir. Oradaki âşıkların canını yakan tarak, saçla olan yakın ilişkisinden dolayı da en büyük rakip olarak görülür.
Saçlar, bazı dizelerde, aşığın gönlünü bağlayan, ya da onu asan ip olarak karşımıza çıkar. Bazılarında ise gönül kuşunu yakalayan bir tuzak olur. Buradan kurtulmaya çalışan kuş, çırpınırken kanadını kırar, tutsak kalır. Zaten kurtulmayı da istemez. İstediği sevgilinin kendisine acıması ve orda kalmasına müsaade etmesidir. Örük saçlar ise çoğunlukla zincire benzetilir. Sevdasından mecnuna dönen aşığın zincire vurulması için kullanılır. Aslında âşık deli olmadığı halde, deliymiş gibi yapar. Böylece hem zülüflere hem de sevgiliye yakın olmayı hayal eder. Yıllarca bu özlemle yanar ve her türlü acıya, her türlü tutsaklığa razı olur. Yine de ömrü boyunca, hiç bir zaman vuslata eremez.
Güzele duyulan bu sevda, halk edebiyatında da nice şairin konusu olur. Büyük ozan Karacaoğlan’ın güzel dizeleri, usta yorumcu Fikret Kızılok’un yumuşak sesinde güzelliği üst üste koyar;
Güzel ne güzel olmuşsun
Görülmeyi görülmeyi
Siyah zülfün halkalanmış
Örülmeyi örülmeyi
Kim bilir, bu fotoğraflardaki kadınların dağınık saçlarında, hangi âşığın gönlü saklı kaldı. Bunu bilmek elbette mümkün değil. Bu sır, yıllar öncesinde yaşayan bu güzellerin özelinde, güzellikleriyle birlikte yok olup gitti. Ama sizin gönlünüzde ve saçınızda aşk hep daim olsun!
Kaynaklar
1) Naskali, Emine Gürsoy, Saç Kitabı, 2004 istanbul
2) Lady Montagu, Türkiye Mektupları, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul
3) Toplumsal Tarih, Gülderen Bölük, Haziran 2006 S:150 s: 68
Not : Görsel malzeme Gülderen Bölük koleksiyonu

Gülderen Bölük

Son Yazıları Gülderen Bölük (Tüm Yazıları)
- Turgay Tuna ve Son Kitabı ‘Mezarlar ve Mumyalar’ Üzerine… - 01 Temmuz 2017
- Fotoğraf Tarihinin ‘Ölümsüz Yöntemi’ Ambrotipler - 04 Mayıs 2017
- Fotoğraf ve Resmin Etkileşimi - 04 Mart 2017