Vahşi Güzellik ve Alexander McQueen
Beş yıl önce, bir Şubat günü trajik bir ölümle dünyaya veda eden Alexander McQueen (1969-2010) son yüzyılın en yenilikçi İngiliz tasarımcılarından biriydi. Victoria&Albert Müzesi mart ayından itibaren terzi ustalığını gelecekçi bir bakış açısıyla birleştiren “modanın dahi çocuğunun” en büyük retrospektif sergilerinden birine ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. 1991 MA mezuniyet koleksiyonundan bitmemiş Sonbahar/Kış 2010 koleksiyonuna dek McQueen’in olağanüstü teatral ve kavramsal derinliği olan tasarımları, dramatik bir kurguyla onun podyum şovlarını anımsatan bir görsellikte izleyiciye sunulacak. Serginin ilk versiyonu 2011’de New York Metropolitan Müzesi’nde sergilenmiş, en çok izlenen 10 sergiden bir olmuştu.
“Londra benim doğup büyüdüğüm kent. Kalbimin ait olduğu ve ilhamımı aldığım yer.”
McQueen’in dünyasının temelini Londra oluşturuyor. Bir taksi sürücüsü baba ve sosyal bilimler öğretmeni bir annenin altı çocuğundan en küçüğü olan McQueen, East End bölgesinde bir sosyal konutta büyüdü; küçük yaşta üç kızkardeşi için giysiler tasarladı, 15 yaşında liseyi terk ederek Mayfair’de Savile Row’un çıraklığını yaptı. 1990’da, moda dünyasının efsanevi okulu Central Saint Martins’den MA derecesini aldı.
Aynı zamanda son derece mahir ve yenilikçi bir terzi olan McQueen, Londra’da, moda tasarımcısı olmayı, kentin tarihinden, dünya ölçeğindeki müzelerinden ve yükselen İngiliz sanat sahnesinden ilham almayı öğrenir. “Londra modası üzerinde çok baskı vardı, özgürleştirilmek zorundaydı” diyen tasarımcı, kentin endüstriyel mekanlarında ve en zorlu bölgelerinde, küçük ama birbirine çok bağlı bir ekiple, dar bütçeli ama insanı kışkırtan ve büyüleyen gösterilerini gerçekleştirir.
Daha 20’li yaşlarındayken müşterilerinin arasında Mikhail Gorbaçov, Prens Charles gibi isimleri kattı, Milano’da Romeo Gigli için çalıştı. 1994’te Londra’ya geri dönüp Central Saint Martins Sanat ve Tasarım Okulu’nda okurken Isabella Blow tarafından keşfedilir. 1996’dan 2001’e kadar Givenchy’nin baş tasarımcısı olur ve dört kez Yılın İngiliz Tasarımcısı ödülünü alır.
“Kuralları nasıl yıkacağınızı bilmek zorundasınız. Benim var olma sebebim bu: Kuralları yerle bir etmek ama geleneği korumak.”
Her zaman özgür düşünceye, yepyeni ifade biçimlerine ve hayal gücünün sınırsız hükümranlığına inanan Alexander McQueen, sadece ilhamlarının izini süren bir Romantiktir. Sadece kavramsal kurgularıyla değil, yenilikçi kesim ve yapım yöntemleriyle de özgün işler üretiyordu.
“İnsanlar bazen eserlerimi agresif bulduğunu söyler. Ama ben tam tersine, kişiliğimizin karanlık yüzüyle başa çıkan Romantik ürünler olduğunu düşünüyorum.”
Alexander McQueen tasarımlarının en belirgin karakterlerinden biri de tarihselliğinin olmasıdır. “Benim koleksiyonlarım, Edgar Allan Poe gibidir, biraz derin, biraz melankolik…” diyen McQueen’in tarihsel referansları 19. yüzyılın Viktoryen Gotik sanat akımına da dayanır; korku ve romansı birleştirir; yaşam ve ölüm, ışık ve karanlık, melankoli ve güzellik gibi kavramlar arasındaki paradoksal ilişkilere odaklanır.
Kariyeri boyunca sıkça primitivizm kavramlarını da işlemiştir. Eshu (2000 Sonbahar/Kış) defilesinde, Batı Afrika’ya özgü Yoruba mitolojisinin asi ruhlu tanrıçasından esinlenmiştir. It’s a Jungle Out There (Sonbahar/Kış 1997–98) defilesinde ana tema ise Tomson ceylanıdır; diyalektik bir bakış açısıyla yırtıcı hayvan ve kurban arasındaki güç dengesini sorgular. McQueen’in primitivizme olan ilgisi sıkça modern ve ilkel, uygar ve uygar olmayanın paradoksal kombinasyonları gibidir.
“Grotesk içindeki güzelliği görüyorum, birçok sanatçı gibi.. Benim işim insanlara bunu göstermek…”
McQueen defilelerinin dramatik yapısı, zıtlıkların geriliminden ve karşılıklı ilişkisinden doğar. Cabinet of Curiosities bölümünde sergilenen McQueen’in Philip Treacy ve mücevher tasarımcısı Shaun Lane gibi birçok aksesuar tasarımcısıyla birlikte tasarladığı fetiş aksesuarlar da bu temanın birer uzantısı.
Tasarımcının romantik duyarlılığı sadece zamansal olarak değil mekansal olarak da hayal gücünün sınırlarını aşıyor. Romantik Akımın sanatçılarında ve yazarlarında olduğu gibi, McQueen’in koleksiyonlarında da egzotizmin cazibesi gizlidir. Onun egzotizmi geniş ölçeklidir, Afrika, Çin, Hindistan ve Türkiye hayal dünyasını kışkırtan yerler olur. Japonya’nın öte yandan, hem tema hem stil açısından önemli bir yeri vardır. Kimono özellikle, tasarımcının sayısızca farklı yorumlarla koleksiyonlarına kattığı bir giysi türü olmuştur. Birçok temada olduğu gibi burada da zıtlıkların geriliminden beslenir. It’s Only a Game (İlkbahar/Yaz 2005) koleksiyonunda, Harry Potter ve Felsefe Taşı filmindeki bir sahneden (2001) etkilenmiştir; satranç sahnesi Doğu (Japonya) ve Batı (Amerika)’ya arasında bir meydan savaşı gibidir.
“Her zaman doğanın mekaniğini sevmişimdir. İşlerimde az ya da çok, bir şekilde doğadan ilham almışımdır.”
Doğa onun koleksiyonlarında en önemli, en azından en sürekli etkiye sahiptir. Romantik Akımın tüm sanatçılarında olduğu gibi doğanın kendisini bir sanat eseri olarak işler; doğadan alınan ham malzemeler ve formlarla örtünmenin farklı yollarını keşfeder. The Widows of Culloden (Sonbahar/Kış 2006) defilesinde sergilediği sülün tüyleriyle kaplı giysi, VOSS (İlkbahar/Yaz 2001) defilesinde yer alan deniz tarağı kabuklu kıyafet, Sarabande (İlkbahar yaz 2007) koleksiyonunda kullandığı sararıp solup podyuma düşen hem ipek hem gerçek çiçekler, bu örneklerden sadece birkaçı.
“Plato’s Atlantis, buzdağlarının eridiği, suyun yükseldiği ve insanoğlunun ya suyun altında yaşamayı öğreneceği ya da yok olacağı bir geleceği öngörüyor. İnsanoğlu geldiği yere geri dönmek zorunda.”
Doğanın etkisi özellikle tasarımcının ölümünden önce üzerinde çalıştığı Plato’s Atlantis (İlkbahar/Yaz 2010) koleksiyonunda çok belirgin. Charles Darwin’in Türlerin Kökeni (1859) çalışmasından esinleniyor, insanoğlunun evriminden ziyade evrimin başlangıcına işaret ediyordu. Karmaşık, deniz yaratıklarından esin alan dijital baskılar, Armadillo botlar; teknoloji, zanaatkarlık ve gösteri ustalığının buluştuğu bu son defile, modanın geleceğini belirlemesi açısından McQueen’in en büyük başarılarından biri sayılıyor.
11 Şubat 2010’da trajik bir ölümle hayata veda eden Alexander McQueen’in dehası ve sıra dışı dünyası Victoria&Albert Müzesi’nde 2 Ağustos 2015 tarihine dek meraklılarına açık olacak.
*Bu yazının oluşturulmasında Victoria&Albert Müzesi’nin arşivinden yararlanılmıştır.

Benan Kapucu

Son Yazıları Benan Kapucu (Tüm Yazıları)
- Bir Cam Klasiği: Orrefors - 01 Eylül 2015
- Bereketin Öteki Adı Pirinç - 04 Ağustos 2015
- Düşlerin Tasarımcısı Piero Fornasetti - 11 Temmuz 2015